top of page

Bir de Baktım Yoksun – Yekta Kopan

Yazarın fotoğrafı: Metin TiryakiMetin Tiryaki

Güncelleme tarihi: 7 Mar 2022

Buzdan bir kütle, mumyadan bir heykel gibi izledim kaderimi. Babam yanımda olaydı bir tokat atar kendime getirirdi beni…Bu cümle ile başlıyor kitabın arka kapağında yazılar. Arka kapağını okuyarak mı aldım kitabı hatırlamıyorum ama bitirdikten sonra arka kapağı okuyunca içime bir hüzün çöküverdi. Kitapta anlatılanlar gözümde canlanınca bir yarım kalmışlık duygusu kapladı içimi. Kendimce bir isim verdim kitaba. “Yarım kalanlar”…


Son zamanlarda kendi kendime hikaye yazma denemelerine başlayan biri olarak daha dikkatle okuyorum kitapları, cümleleri; altında yatan anlamları çözmeye çalışıyorum, kelimelerle rakseden yazarlara hayran kalıyorum, hayal güçlerine gıpta ediyor, gözlem yeteneklerini kıskanıyorum, ne hissettiklerini, nasıl yazıya döktüklerini kavramaya uğraşıyorum. Bir şeyler yazmaya başlayınca anlıyorsunuz aslında ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu. Bu kitabı okurken “ben nasıl düşünemedim bunu”, “keşke ben yazmış olsaydım bu cümleyi” dediğim pek çok yer oldu. Kıskandım bazen; bazen hayranlık duydum. Okurken çok basit gelen, burun kıvırarak “bunu ben de yazarım” dediğim yazarlardan özür diledim içimden.

Tuhaf, ama Mike Portnoy’u hatırlattı bana. Portnoy (bilmeyen, merak eden YouTube ‘dan izleyebilir, yazının altında link yer alıyor) dünyanın en iyi davulcularından biri; benim de davul çalma hikayemin kahramanıdır. Onu izlerken her şey o kadar sıradan görünür ki, sanki o bagetleri elinize alsanız hemen çalmaya başlayacakmışsınız gibi hissedersiniz. O kadar doğal ve rahattır hareketleri, bütünleşir sanki davulla, bagetleri vücudunun bir parçasıdır adeta. Ama bir enstrüman çalmak -hele nota ile- çok zor, yetenek ve emek gerektiren bir iştir. Hele o enstrümanda virtüöz olmak milyonda bir rastlanan bir ayrıcalık. İlk davul çalmaya başladığınız anda anlarsınız ne kadar zor olduğunu… Kafayı bölmek gerekir, şaka değil gerçekten beyni dörde bölmeniz; çünkü her iki el ve her iki ayak farklı bir görev yapmak durumundadır. Bir el Hi Hat, Ride, Crash yaparken, diğeri Snare, Floor ve Tom’lar arasında gezinir durur. Bir ayak cross çalarken (bazen double, triple, quadreple) diğer ayak da Hi Hat ile cross arasında gider gelir. Bunların hepsini notayla, belli bir sıra ve düzenle yapmaya çalıştığınızı hayal edersiniz belki ama ilk oturduğunuz anda bir ayak ve bir elinizi bile aynı anda kullanabilmenin ne kadar zor olduğunu çalmaya çalışınca anlarsınız.

Ben de bu duyguyu yazmaya başlayınca yaşadım, küçümseyerek, burun kıvırarak okuduğumuz kitapların arkasında ya bir yetenek ya da bir emek olduğunu bir kez daha anladım. Eğer çok yetenekli değilseniz benim gibi bir kaç yüz kitap okuduktan sonra şansınızı deneyebilirsiniz 🙂


Neyse konumuza dönersek; Yekta Kopan uzun süre NTV’de “Gece Gündüz” adında bir kültür programı yapmıştı. Sunuculuk dışında en çok bilinen özelliği Türkiye’nin en iyi seslendirme sanatçılarından biri olması. Bizim jenerasyonun yakından tanıdığı Geleceğe Dönüş’teki Marty ve Jim Carrey’nin tüm Türkçe seslendirmelerinin yanı sıra, animasyon severlerin yakından tanıdığı Buz Devri Sid, Arabalar Şimşek McQueen gibi bir çok karaktere hayat vermiş bir ses Yekta Kopan. Ancak itiraf etmem gerekirse yazarlıkta bu kadar iyi olmasını beklemiyordum. Çok kitap okuyan biri olmama rağmen şimdiye kadar hiç okumamış olduğum için de hayıflanmadım desem yalan olur.


“Bir de Baktım Yoksun” altı hikayeden oluşan bir kitap. “Sarmaşık” adlı hikayede çocukluk düşlerinden yapılmış bir evin gölgeleri içinde babasının hayaleti ile karşılaşmak; “Portobello”’da George Orwel’ın evinin önünde Tanpınar okurken zamansız sevgili ile karşılaşmak; “Kırmızı”’da her şeyini bir Hopper çizimi elde edebilmek için harcamış bir adamla karşılaşmak; “Battaniye”’de ölüme çeyrek kala, bir balık lokantasında küçük kızının yetişkin haliyle karşılaşmak; “Kertenkele”’de kaza ile cinayet arasındaki bulanıklığa sığınırken, bir evcil hayvan dükkanında vicdan ila karşılaşmak; “İyi Uykular”’da babası ile karşılaşmak… Arka kapakta “unutulmaz bir karşılaşmalar kitabı” yazıyor ama başta da söylediğim gibi yarım kalmışlıklar kitabı demek geldi benim içimden. 2009 yılında yazmış Kopan kitabını, 2010 yılında da Yunus Nadi ve Haldun Taner öykü ödüllerini de almış kitap.

Kendi özyaşam öyküsünden parçalar anlattığı kitabını okurken saygı ile karışık bir burukluk hissettim. Hep yarım kalmış bir şeyler hayatında, aşklar, koca olma, baba olma ve en çok da evlat olma kısmı yarım kalmış. Tam yapamamış hiç birini… Düşününce hangimiz tam yerine getiriyoruz ki ödevlerimizi, sorumluluklarımızı; kimimiz cesur, itiraf ediyor başarısızlıklarını, zayıflıklarını, kimimiz de ekmek kırıntısına pasta diyen fakir çocuklar gibi oynuyor mutluluk oyununu. Yekta Kopan çok açık yüreklilikle zayıflıklarını, hatalarını saklamadan yazmış hikayelerini. Müzikle, sanatla , tasvirle de süslemiş bir güzel; ortaya yürek burkan, düşündüren hikayeler çıkmış. Bize de okumak, düşünmek ve takdir etmekten başka bir şey bırakmamış.




0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page